Karton Fanzin Apartment Project'te

Karton Fanzin'in de aralarında bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen fanzinler, sanatçı kitapları, ve el yapımı baskılar gibi alternatif yayınlar, Bakkal Press ile birlikte Gamze Özer, Timothée Huguet ve Kristina Kramer girişimi olan 'Even My Mon Can Make a Book' isimli bu projede gösteriliyor. Proje 18 Ocak'tan itibaren Apartment Project'te sergileniyor.



Gerçek bir oyun 'Babamın Oğlu'

Caveman'den sonra Babamın Oğlu oyunuyla babasının iş, aşk ve öğrencilik hayatına dair ne varsa hiç abartmadan, olduğu gibi sahneye koyan Alper ve hikayenin kahramanı baba Fikret Kul ile keyifli bir sohbet ettik.


Soğuk bir Cumartesi akşamı BKM Mutfak'ın kapısından içeri titreyerek adımımızı attık. Oyunun başlamasına iki saat vardı. Biraz ısındıktan sonra 'sempatik' adam Alper Kul'un bizi beklediği restorana doğru yol aldık. Restorana girdiğimizde bir de ne görelim. Hikayenin baş kahramanı Fikret Kul yani Alper'in babası da röportaj için bizi bekliyor. Keyifli bir sohbet olacağı kesindi artık. Bir ara Fikret amcanın sohbetine kendimizi öyle kaptırdık ki Alper'i unuttuk gibi oldu. Herşeyi yaşayan kocaman Fikret Kul cap-canlı yanımızdaydı. Daha ne yapalım. Oyunu izlerken şüpheye düşmüştük. Acaba anlatılan her şey doğru muydu? Eğer bir Cumartesi akşamı BKM Mutfak'ta  oyunu izlemeye giderseniz böyle şüpheleri kafanızdan atın. Çünkü biz daha sohbetin başında anladık ki oyunda anlatılan anılar da Türkiye de gerçek.


  • Babamın Oğlu’nu bize biraz anlatır mısınız?
Alper Kul: Aziz Nesin’in bir hikayesi vardır. Bir gazetede işe başlar, gazete patronu, “Oğlum, biraz magazinel, halkın sevdiği şeyler yaz” der. O da yazar; onlar oraya gitti, buraya gitti, fahişeyi aldı, o oldu falan diye. Sonra fahişeyle konuşmaya başlar, “Sen biliyor musun, ekmek kaç lira, un kaç lira, şeker kaç lira?” Sonra yine sosyal bir hikayeye döner. “Olmaz, olmaz, daha böyle halkın seveceği şeyler yaz” der. Eninde sonunda, elinden gelmediği için adamın, bir şekilde sosyal içerikli mesaj verme yoluna gider.

Bu oyun komedi aslında. Oyunun komik kısmı, babam 18 yaşına geldiğinde Trabzon’un Faroz İlçesi'nden milli olmak için İstanbul’a geneleve geliyor ve akabindeki tüm hayatı boyunca kadın-erkek ilişkisiyle ilgili çözebildiğini zannettiği konuları oğluna aktarıyor. Bir baba ve oğlun iki kuşaklı yaşanmış kadın-erkek ilişkisindeki sıkıntıları anlatan bir oyun.

Farklı bir açıdan baktığımız zaman da 1965 yılında babam İstanbul’a geliyor. Türkiye’de 1965’ten 2010'a kadar 45 yıllık süreç içerisinde fark ettirilmeden üç kez rejim değişikliğine şahit oluyoruz. Hallice bir demokrasi sonrasında cunta rejimi ve son olarak ılımlı İslam diye bir rejim. Rejim de kendi yaşam biçimini insanlara dikte eder. Aile yapısına müdehale eder. Mesela Müslüman bir ülke oluşturmak istiyorsan, önce Müslüman aile oluşturman gerekir. O yüzden 45 yıl içerisinde üç kere aile yapısı değiştiğinden, bir sürü değer yargısı tepetaklak olmuştur. Artık iki yılda bir jenerasyonlar değişebiliyor.

Babamın oyundaki tekstte de bahsettiği gibi, “Ben 1968’de Fındıkzade'de bir kızın elini tutabilmek için iki ay peşinde gezdiğimi bilirim. Şimdi Facebook’a gir, iki günde birini bulamazsan salaksın” diyor. “Nasıl oldu da 40 yıl içerisinde kadın-erkek ilişkisi, aile ilişkisi bu hali aldı, ben anlamadım” diye devam ediyor. “Sana aşk desem, bilmem Google’dan araştırıp bulabilir misin? Ama bizim zamanımızda bize sorsan, 'Dünyaları yakarız' derdik” saptamasında bulunuyor.

Fikret Kul: Alper’in bahsettiği Faroz Mahallesi'nde bir sokakta tam dört tane Nimet var. Hiçbiri evlenmemiş ve şu anda 60 yaşın üstündeler. Bizim zamanımızda, “Ona bakma, o Ahmet’in kızı. Buna bakma, Mehmet’in kızı, ayıp olur” der, bizi baskı altına alırlardı. Biz kızlara bakamıyorduk. Kızlara bakamayınca kızlar da bize bakamıyordu. En önemlisi, şu anda bizim Alayoğlu Sokak'ta dört tane Nimet var, 60 yaşın üstünde, hiç evlenmemişler, bekarlar. Orada bulamayınca ister istemez 17-18 yaşında kalktık İstanbul’a geldik. Bize hep, “İstanbul’un kızları kolay kızlar” dediler. Baktım, dolandım dolandım hiçbiri kolay kız değil. Alper de anlatıyor oyunda, genelevde dayak yediğimi. Ne yapayım, bir ümitle geldim İstanbul’a, iki üç gün dolaştım, hiç kolay kız yok. Dedim ki, “Nerede bunlar?”, onlar da bana, “Genelevde” dediler. Sonra orada dayak yedim, onu da Alper anlatıyor.

  • Babamın Oğlu stand up mı, yoksa modern bir meddahlık mı? 

Alper Kul: Modern meddahlık diyemem. Bu tek kişilik bir tiyatro oyunudur. Diyalektik bir gelişimi ve bir önermesi var. Bir önermenin desteklediği bi hikaye. O yüzden tek kişilik tiyatro oyunu diyebiliriz.


  • Oyunda babanız başta olmak üzere birçok karakteri taklit ediyorsunuz ve biz bu karakterlerin hepsini hissedebiliyoruz. Bunun sırrı ne? 

Alper Kul: Ben karakterleri taklit ederken kendimi çok iyi hissediyorum. Babam her oyuna geliyor ve her oyun sonrasında benim yaptığım karakterlerden bazıları için, “O Tuluğ Ali, Beşikdüzü, sen onu Vakfıkebir şivesiyle konuştun. Öbürü Salih,‘e’leri şöyle der” diyor. İyi ama bana ne, hepsi Karadenizli. (Gülüşmeler)

Fikret Kul: Bizim Karadenizliler'de lehçe bir kilometrede bir değişir. Vakfıkebir tarafında “d”lere ve “t”lere vurgu yaparlar. Değirmendere tarafında da “ç”lere, “c”lere vurgu yaparlar. Alper Vakfıkebirliler'i anlatırken “c” ile anlatıyor mecburen, ben de düzeltmek zorunda kalıyorum.



  • Tek başına sahnede olmak sıkıcı değil mi? 

Alper Kul: Hiç sıkıcı değil. Her oyuna babam geliyor zaten. Geçen haftalarda İclal Aydın sordu, “Baban olsa ne yapar” dedi. “Burada zaten” dedim, kalktı, selamladı herkesi.

  • Oyunda Türkiye’nin yakın tarihi de izleniyor. Siz nasıl görüyorsunuz yakın tarihimizi? 

Alper Kul: Düşündüğüm her şeyi oyunda söylüyorum aslında. Türkiye çok çabuk değişen bir ülke, gelişen demiyorum. Türkiye’de insanları birtakım değer yargılarına alıştırabiliyorsun. Din ile ilgili olabilir, namus ile ilgili olabilir. Garip bir şekilde kabul edip uygulanabiliyor. Beş yıl içerisinde portakalcılık diye bir şey çıkar ve çok iyi bir PR desteğin olursa, ülkeyi portakalcılıkla ilgili bölebilirsin. Her şeye çok çabuk alışıyoruz, değerlerimizden vazgeçiyoruz.

Fikret Kul: Hiçbir şeyi kendimiz yapamıyoruz. En akıllımız bile başkalarının baskısıyla hareket ediyor.

  • Oyunculuk anlamında örnek aldığın isimler var mı? 

Alper Kul: Babam. Mükemmel bir oyuncudur. Hayatta da oynuyor. 


  • Babamın Oğlu için belirlediğin bir süre var mı?

Alper Kul: İki yıl oynarım diye düşünüyorum. Bu oyunla turne de yapmak istiyorum.

  • Bu oyundan sonra tiyatro projeleriyle mi var olmayı düşünüyorsunuz, yoksa televizyon ve sinema projelerinde de sizi görecek miyiz? 

Alper Kul: Babamın Oğlu dışında başka bir oyun yazarsam, onu oynamam, yönetirim. Diğer dallar zaten hepsi birbirinden bağımsız gelişiyor ve bir ay sonra ne olacağını kimse bilmiyor.


  • Sanata olan ilginiz ailenizden mi geliyor? 

Fikret Kul: Ben kesinlikle oyuncu olmasını istemedim. Alper, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ne gittiğinde annesi, “Eyvah! Zavallı çocuğum gidip komiklik yaparak para kazanacak. Herif, sen Alper’i ne yap et kandır, oyuncu olmasın” dedi. Ben de Alper’i götürdüm otobüsçü yaptım. Kaçtı, kargocu yaptım. Oradan da kaçınca, “Hanım, bırakalım, ne yaparsa yapsın” dedim. Biz onu hiç kabullenemedik ama tiyatrocu oldu sonunda. Ben oğlum gay olacak diye zamanında çok korktum. Sürekli Alper’i takip ettim, hiç başını boş bırakmadım. Film çekimi için benden izin istediğinde, “Bu çocuk izin istediğine göre kesin gay rolüdür” dedim. Ama değilmiş. Benim en büyük korkum gay olma ihtimaliyle birlikte gay rolü oynamasıydı.

Alper Kul: Babam sonunda homofobiyi kırdı.

  • Mücadelenize rağmen artık, “Oğlum iyi ki tiyatrocu olmuş” diyor musunuz? 

Fikret Kul: Eskiden, “Fikret’in oğlu Alper” derlerdi. Şimdi, “Alper’in babası Fikret” diyorlar. Çok gurur duyuyorum oğlumla.

  • Oyunculukta kurallarınız var mı? 

Alper Kul: Hiçbir kuralım yok. Şu anda babamın geldiği noktayı söyleyeyim, gay rolü kendisine gelse oynar. (Gülüşmeler)

Fikret Kul: Yok kızım, hiç kuralı yok. O zamanlar öyleydi ama ben bile oynarım artık gay rolü. 


  • “Yaptığım işler içinde şunun yeri bende başkadır” dediğiniz bir iş var mı? 

Alper Kul: Şen Yuva. Çok severek yaptığım, keyifle sete gittiğim bir işti. İzleyicisi sanırım onu internetten izliyordu; çünkü reyting kurbanı oldu.

  • Alkışlanmak nasıl bir duygu? 

Alper Kul: İnsanların beğenisini topluyor olmak insanın gururunu okşayan bir şey.

  • Resim, heykel, müzik gibi ilgilendiğiniz başka sanat dalları var mı? 


Alper Kul: Benim yok ama babam iki yıl önce, daha önce hiç tiyatroya, konsere gitmemiş bir adamdı. Baktı ki bu çocuk sanatla ilgili bir dalda ilerliyor, o da okumaya başladı. İki yıl önce Yolculuk diye bir kitap yazdı ve 7 bin adet sattı. Sonra resime başladı, resimleri falan satılmaya başladı. Yani inanılmaz bir adam. Birkaç ay sonra babamın ezberi oturur, sonra biz beraber bile çıkabiliriz.



Babamın Oğlu'nu görmek isteyenlere: Oyun her cumartesi saat 21.00'de BKM Mutfak sahnesinde. 

Röportaj: Züleyha KESKİN

Fotoğraflar: Murat GÜZELGÜN

Zimoun

İsviçreli sanatçı Zimoun, büyüleyici ses temelli yerleştirmelerini sundu. Zimoun'un karton kutular, elektrik motorları ve şamandıralar kullanarak yarattığı ses efektleri bilgisayar ortamında yapılanlardan kuşkusuz daha sıcak geliyor






Starbucks'tan Yeni Logo

Yaklaşık kırk yıl önce Seattle'da küçük bir dükkanda yolculuğuna başlayan Starbucks, kısa sürede dünya çapında tanınan ve beğenilen bir marka oldu. Bugüne kadar logosunu bir çok kez değiştiren marka, 2011 yılı ile birlikte değişen yeni logosunu müşterilerine tanıttı. 







Old Feed

Melbourne merkezli Rubber House yapım şirketi. Eski animasyonlara özlem duyanlar için yağlı boya ile yapılan adı üstünde 'Old Feed' isimli bir animasyon film hazırladı. Bize de bunun mini minnacık fragmanını duyurmak kaldı.



Julie Joliat

İsviçreli tasarımcı Julie Joliat'dan 2011 ajandası. Bu kullanışlı ajandanın en güzel özelliği, aralarında Andy Warhol'un da bulunduğu 50 sanatçının eserlerini noktaları birleştirerek tekrardan yapıyorolabilmeniz.