Kensel Dönüşüm mü? Kentsel Yozlaşma mı?


İstanbul'u ne zaman tanımaya başladığımı hatırlamaya çalışıyorum, düşünüyorum da 1985 yılı geliyor gözümün önüne. O yıllarda sanırım E.T. filmi oynuyordu sinemaya ablamın tavsiyesiyle annem elimden tuttu ve beni o filme götürdü önce bir yokuş çıktık sonra arabaların korna sesleri duyuldu ondan sonra da siyah yüksek bir binanın altından geçtik, ilk kez bukadar yakından görüyordum Odakuleyi, daha önce hep evimin penceresinden bakıyordum ona. Kalabalık caddeye girdik o zaman araç trafiğine açık olan İstiklal Caddesi'ne geldik etrafta hiç Starbucks yoktu, zaten Starbucks neydi onu da bilmyordum Kristal Büfe'den başka ayak üstü atıştıracak biyer yoktu, ne o Sosyetikleştirilmiş Şampiyon Kokoreç ne de lüx Bambi Büfe. Annemle yürüyerek bir sokağa girdik daha o saate kadar caddeyi geçene kadar etrafıma bakmaktan ağzını açmaya fırsat bulamamış ben nereye geldik anne diye soru verdim sinemanın kapısında, annem de "Hüsyin Ağa" diye yanıtladı, pek birşey ifade etmedi doğal olarak sonrasında sinemaya girdik. Film bittiğinde yine aynı yolu yürüyerek eve geldik. Hüseyin Ağa kim diye bir süre düşündüm E.T. filminde Hüseyin Ağa'yı aradım yoktu sonradan anladım ki Hüseyin Ağa bir mahalleydi hem de şu sıralar İstanbul'da kolgezen "kentsel dönüşüm projesi"safsatası adı altında "Küçük Beyoğlu" ismini almış bir mahalleydi, aynı yıkılan Sulu Kule gibi ya medeni bir ismi olsun diyerek Fransız Sokağı gibi bedevi bir isim alan Cezayir Çıkmazı gibi, Şu sıralar İstanbul'u acımasızca paylaşan parçalara bölen bir zihniyetle karşı karşıyayız, Sulukule'yi yıkıp insanları sanki nazi kampına gönderir gibi evlerinden atıyorlar Balat üzerine oynuyorlar Tarlabaşını Küçük Beyoğlundan(!) başlayarak değiştiriyolar. Ormanları TOKİ'ye açıyorlar. Artık ağızdan çıkan her kelimenin bir manası var bu zihniyet için. Benim için Küçük Beyoğlu Hüseyin Ağa Mahallesi hala Fransız Sokağı da beni çıkmaza bile soksa Cezayir Çıkmazı. Zaten Yakında Küçük Beyoğlu Ortanca Beyoğlu, daha Küçük Beyoğlu, Çüküm Kadar Beyoğlu diyerek terk etmek zorunda kalacağız, zorunda bırakılacağız

Emeklilik Günleri


Askerden gelip de işe başlayamamak evde oturmama sebep verdi ki bu aslında keyifli birşey bunu sonra anladım iki ay geçtikten sonra. Kafana göre takılıyorsun işte daha ötesi avr mı? Televizyon izliyorum mesela çizgi film kanalları bayağı bir oyalıyor, sonra radyo dinliyorum, bir ara mutfağa girip browni bile yaptım, arada dışarı çıkıyorum. Kısacası ev hayatı bambaşka birtem maaşım yok.

Kuzguncuk Seyahati

Günlerden çarşambaydı, evde mantı yemiştim iki tabak ağzım nasıl da sarımsak kokuyordu kendimden rahatsız olmuştum, tam o kokuyla kendimi başbaşa bırakıp yatağıma uzanıp keyif yapmaya başlicaktım ki Nazlı Koç aradı. Kuzguncuğa gittiklerini orada fotoğraf çekeceklerini söyledi, apartopar hazırlandım, babam taa Üsküdara kadar bıraktı arabayla, aklına esti diyelim yaptı işte. Hava güzeldi pek soğuk yoktu Kuzguncuk tenhaydı. Onları sokakta duvar dibinde yakaladım Cansel Anıl ve Nazlı bir de yanlarında kuzenleri vardı. dolandık durduk Kuzguncuk korunan biyer heralde hala eski evler duruyor ama entel olmuş doğallığı kalmamış yazık olmuş. Bir sokağa girdik ki orada bayağı bir uzun süre kaldık, pazardan dönen teyzelerin torbasını taşıdık, heralde kuzguncukta hep yaşlılar var sürekli bi sevkiyat halinde torba taşıtıp gençlere dua ediyolar, biz de aldık duamızı neyse ki. Sonra bayağı bir kare fotoğraf çektik dönüşte karnımızı doyurmak için Fethi Paşa Korusuna girdik sonra önce deniz kabardı ardından gök gürültüsü fırtına ve yağmur. Kuzguncuk'tan Üsküdara kadar yağmur altında yürüdük Üsküdara vardığımızda fırtınanın şiddeti daha da arttı, Üsküdarda artık sırılsıklamdık ve üşüyorduk kalabalık bir otobüse bindik tıklım tıklım bir yolculuk sonunda kurumak üzere eve vardık yani herkes kendi evine. Geriye güzel kareler kaldı diyip güzelcene de bitireyim cümlemi. Bir de Fethi Paşa Korusundaki Kahkahalar... Fethi Çakmaktaşlar ve çubuklu türbanlar.