Ne umduk ne bulduk demeden önce



Beyaz perdenin karşısına geçtiğimizde seyirci olarak bize çok iş düşüyor. Çoğunlukla basit hikayelere alışkın olmamızdan mı nedir herşey hazır gelsin önümüze hiç bir şey için uğraşmayalım diye düşünüyoruz. Ama güçlü ve karmaşık hikayelerle karşılaştığımızda zihnimiz oyun oynamaya başlıyor bize. Senaryoda herşeyin tam yerli yerine oturmasını istiyoruz ama avına tırnaklarını geçiren aslan gibi hikayeye sarılarak bazı boşlukları kendimiz doldurmamız gerekiyor. Yavuz Turgul’da ‘Av Mevsimi’nde bu konuda seyirci ile işbirliğine girmiş gibi duruyor. Ve sağ gösterip sol vuruyor. Bol kovalamaca, patlama, çatlama sahnesi beklediğiniz bir polisiyeden gözünüz yaşlı çıkabiliyorsunuz bu sayede.

Burada ‘Av Mevsimi’nde de bir kedi fare oyunundan çok kişinin kendisine dışarıdan bakışını izliyoruz bir nevi. Zaten karakterimiz ilk derste olaya farklı açılardan bakmamız gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Bu uyarıyı kulak arkası edip filmi bir kedi fare oyunuymuş gibi izlemek ve bunu sürdürmek senaryoda bazı boşlukların varolduğuna inanmamıza sebebiyet verebiliyor ki buna ‘Fight Club’ etkisi de diyebiliriz bir nevi. Neden hala katili yakalamadılar, katilin kim olduğu baştan belli niçin hala koşuyoruz katilin peşinden diye geçirebiliyor insan içinden fakat henüz karakterimizin yani Ferman’ın (Şener Şen) kendisini keşfi veya kendisi ile olan sorgusu bitmemiştir daha. ‘Olaylara farklı açıdan bakmayı bilin’ ve ‘Dünya sizin etrafınızda dönmüyor’ cümleleri çıkar Ferman’ın ağzından anlaşılır ki kendimize ayna tutmanın vaki gelmiştir. Kendisine ayna tutan kişi yani Ferman cinayet masasının usta ismidir. Mesleğe beraber başladığı dostları birer birer emekli oluyorlardır, sıra ona gelmişken henüz işinin bitmediğini anlar. Ferman o kadar sakince ve insancıl koşar ki işinin peşinden bir ara ‘Muhsin Bey’i görür gözlerimiz ama burada üzerine düşmesi gereken kişi Ali Nazik değildir artık cinayete kurban gidendir, belki de kurbandan çok onu kurban eden kişinin de kendisini vicdanı ile karşı karşıya getirme çabasıdır Fermanınki.

Katilin yada katillerin peşinden koşarken başlarız artık karakterimizin içindeki bastırılmış duyguları keşfetmeye. Ferman cinayet masasında artık ustalığını kanıtlamıştır diyecek söze gerek yoktur ama yanında ‘Laz uşağı’ İdris (Cem Yılmaz) vardır. Tam bir Karadenz delikanlısıdır. İdris delidir, kanı kaynar öfkesine hâkim olamaz, karısından boşanmış olduğu halde ondan kopamaz üzerine titrer tüm cinsel duyguları bertaraf ederek. Burada Ferman’ın polislik hayatı boyunca bastırdığı o şiddeti görüyor gibi oluruz. Sorguda ağızından laf alınmayan şüpheliyi gerekirse duvardan duvara vurmayı Ferman da istemiştir çoğu zaman ama aklı buna müsade etmemiştir. İdris ise gözü döndüğünde yumruğu yapıştıracak cinsetendir. Mahsun Kırmızıgül’ün ‘New York’ta Beş Minare’ filminde Fırat’ın (Mahsun Kırmızıgül) dedesiyle Hacı'nın (Haluk Bilginer) annesiyle Bitlis’te Kürtçe konuşmaması abesliğine inat İdris, İstanbul’da lazca konuşur annesiyle. İdris’in cesaretine bir kez daha tanık oluruz ve filmin belki de önceden planlanmayan bir göndermesi olur bu konuşmalar -gelin görün ki İdris’in (Cem Yılmaz) söylediği türkü daha çok ünlü olmuştur basında-.

Bir de Çaylak (Okan Yalabık) vardır. Çaylak üniversitelidir. İlgi gösterdiği, bir dediğini iki etmediği sevdiği bir kız arkadaşı vardır, gençliğinin verdiği hovardalık da vardır, Çoğu zaman aptallığa dönüşür. Burada yine Ferman’ın sahip olmak istediği bir başka bastırılmış duygusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Ferman yine dışardan kendisine baktığında Çaylak’ı görüyor aynada, mesleğe ilk başladığı günler geliyor aklına. Karısına karşı daha fazla ilgi göstermek istiyor belki de Çaylak’ın kız arkadaşına göstermiş olduğu ilgiye gıpta ederek. Artık filmin bir sahnesinde emekliliğinde karısıyla yan yana oturup televizyona boş boş bakmak istediğini söylerken gözünün önüne Çaylak gelir.

Cinayet aslında seyirci olarak bizim kafamızda çoktan çözülmüşken ve hatta belki de Ferman tarafından da çözülmüşken Fermanın kendisi bir türlü çözülemez henüz O da bunun farkındadır, ta ki Ferman’ın katil ile son görüşmesine kadar burada da Ferman’ı çözümlememizin sonuna geliyoruz. Artık vicdan denen olgu ile baş başa kalıyoruz hep beraber. Son istasyon bir nevi. Başka gideceğimiz yer de yok gibi geliyor. Ferman son olarak vicdanı ile baş başa kalıyor belki geçmişte yaptığı hataların hepsinin affını istiyor bir ‘Av Mevsimi’nde.

Performansların bir kere bile birbirinin üzerine çıkmadığı akıcı ve rahat bir film ile karşı karşılaşıyoruz. Yavuz Turgul polisye film yapamamışsın diyenlere bunun bir polisiye filmden çok bize dünyanın kendi etrafımızda dönmediğini hatırlatan bir yapım olduğu hatırlatılıyor her sahnede.

Murat Güzelgün